Söyleşi
Pencereyi Kapat    Sayfayı Yazdır   
Türkiye’nin en popüler ressamı Bedri Baykam
Ben mesleğimi özgürce yapmaya devam etmek için siyaset yapıyorum.
6 yaşında ilk sergisini açan ve dünyaya ismini harika çocuk olarak duyuran ressam Bedri Baykam, neden siyasi kimliğinin sanatının önüne geçtiğini anlattı.

Siz hem siyasetle hem sanatla ilgileniyorsunuz. Sanat ve politika arasında nasıl bir bağ var?
Türkiye gibi bir yerde yaşıyorsanız çok direkt bir bağ var. Bugün sanat ve düşünceyi İran’da, Irak’da ve Suudi Arabistan’da özgürce üretemezsiniz. Yani siyasetin yanlış mecralara saptığı,bir baskı, terör ve şiddet haline ve yasaklar silsilesi haline geldiği topraklarda resim, heykel, roman, erotizim diye bir şey yoktur. Her şey günahtır. Dolayısıyla benim mesleğim ve siyaset arasında direkt bir bağ var. Demokratik ve laik bir hukuk devleti olmadan sanat da olmaz, özgür düşünce de olmaz, basın da olmaz. Siyasetle ilgilenmemin temel nedenlerinden bir tanesi de Türkiye'de çok önemli bir siyasetçi olan Suphi Baykam'ın oğlu olmam. Babamın CHP gençlik kollarında kadrosuna aldığı isimler Yekta Güngör Özden, Altan Öymen, Bülent Ecevit'dir. Dolayısıyla ben bütün Türkiye’nin geleceğinin şekillendiği evde büyüdüm. Bu ister istemez zaten beni siyasete sürükledi. Ve siyasi çizgim çok tutarlı oldu.

Ben 18 yaşında kominist, 30 yaşımda liberal, 40 yaşımda bölücü ,50 yaşımda kapitalist olmadım. Bugün 49 yaşındayım, 18 yaşımdan beri Atatürkçü Sosyal Demokrat olarak aynı çizgideyim. Çünkü Türkiye için, insanlık için en doğrusunun bu olduğuna inanıyorum. Yani hem mantıklı bir şekilde eşit paylaşım, eğitim ve sağlıkta eşit fırsat, bilim sanat ve barışa açılan büyük bir alan, ırkçılıkla mücadele etme ama öte yandan özgür girişime serbestlik tanınması. Özetle ben mesleğimi özgürce yapmaya devam etmek için siyaset yapıyorum.

Eğer Türkiye’de yaşamıyor olsaydınız sanata daha fazla zaman ayırıp sanatçı olarak daha farklı bir yerde olabilir miydiniz?
Bu nasıl algıladığınıza bakar. Amerika'dan Türkiye'ye 1987'de geldikten sonra sanatımda üç boyutlu işlere geçtim. Siyasi sanat yaparak sanat dilimi geliştirdim. 5 duyuya hitap etmeye başladım. Bugün ‘multimedia’ diye her tarafınızdan etrafınızı kuşatan yeni sanat tarzlarını ben 87-88’de Türkiye’nin siyasi ortamını halka daha iyi anlatmak için dev mekan düzenlemekleriyle, dev büyütülmüş fotoğraflarla o zaman kullanmaya başladım. Yani Türkiye'nin sorunlarını incelemek, kitlelere anlatmak için harcadığım çaba benim sanatımı geliştirdi. Fransa'da veya İngiltere'de yaşayan bir ressam olsaydım ne olurdu? Resmim dünyadaki sekiz müzede daha olurdu, onbeş tane önemli grup sergisine daha davet edilmiş olurdum. Belki daha zengin bir ressam olurdum. Ama bugünkü Bedri Baykam olmazdım.

Batının bugün benim bulunduğum yere koyabileceği başka bir ressam yok. Türkiye’de yaşamanın getirdiği zorluklara karşı, ben öyle bir hayat yolu izlemişim ki, kavramsal açıdan batının bütün araştırmaları, sanat tarihi araştırmalarını yapıp, bir de kültürel gerilla eylemlerini yapıp, batının sanatı nasıl bir emperyalist silah olarak kullandığını suratına vurmuşum bir de haklı çıkmışım. Onun yol açıcılığını (pionnerliğini) yapmışım. Kendi ülkemde laikliğin savaşını vermişim, bir sanatçı olarak onun liderliğini yıllarca yapmışım.

Avrupa ve Türkiye'deki sanat ortamını karşılaştırabilir misiniz?
Fransa’da yüzlerce müze var. Yüzlerce binlerce kültür merkezi ve müze var. Benim yaşlarımda Fransız bir sanatçıyı ele alalım, mesela Jean Charles Blais, arkadaşımdır. Blais şimdi bir resim yaptı mı ‘Onu bize yolla!,’ diye kuyruk oluyorlar. Olsa olsa resimlerini kime satacağı, hangi koleksiyonlara gireceği hakkında seçim derdi oluyor. Fransız kültür bakanlığı zaten bu resimleri alıp bütün dünyada gezdiriyor. Biz ne yapıyoruz? Ülke, Atatürk'ten beri 78.000 cami yapmış, sıfır müze yapmış. Çağdaş kültürde kaybetmişiz! Yani bugün çağdaş sanata, modern düşünceye devletin kültür bakanlığı bazında borcunu ödeyebilmesi için 10 yıl boyunca bütçenin %50' sini kültüre harcaması lazım.

Amerika'da uzun süre kaldınız. Genellikle Amerika’ ya giden insanlarda ideolojik bir değişiklik oluyor. Amerika sizi nasıl etkiledi?
Ben Marksizmi de etüd ettim, kapitalizmin de içinde yaşadım. Ama Amerika gibi bir ülkede vahşi kapitalizmin bütün o zenginliğin içinde insanları sokakta açlığa da terk edebildiğini gördüm. Ya da komünizmin ‘ben illa size doğruluğu ve eşitliği yaşatacağım!,’ diye Sibirya’da insanları nasıl ölüme yolladığını , ihbarcılıkla nasıl insanları birbirini kurşuna dizdirdiğini biliyorum, o ortamda yaşamama rağmen. Sonuçta sağlam bir ideolojiden geldiğim için bütün bunları sorgulayabildim. Amerika'ya cebimde 800 dolarla gittim. Aç kaldım, susuz kaldım, çok maceralar yaşadım. Ve sonuçta Amerika bana çok şey kazandırdı. Özellikle California’nın ırkçılıktan arınmış, herkesi eşit olarak gören sosyolojik olarak tavrı, o uçsuz bucaksız okyanusun, her sabah sizde uyandırdığı etki, sokaktaki herkesin birbirine dostça ‘merhaba, nasılsın ?’ demesi... Yani Amerika bana birçok insani ve felsefi değer kazandırdı. Ama bu benim Amerika’yı siyasal olarak eleştirmeme, Irak savaşını durdurmak için yapılan oluşumun merkezinde yer almamı engellemedi. Benim mayamdaki hamur, o ortamda yaşadım diye o ortamın yanlışlarını görmemi engelleyecek yüzeysellikte değil.

Emperyalizmle globalleşme arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?
Emperyalizm güçlü bir ulus devlet istemiyor. Bütün dünyaya kendi mallarını yerleştirmek, dünyayı kendi boyunduruğu altına almak istiyor. Ben internete, teknolojiye, ilerlemeye karşı değilim. "Keşke dünyada sınır olmasa" diyen bir felsefeden geliyorum. Ama etnik milliyetçiliğe karşıyım. Batı emperyalizminin "Böl, yönet" politikasına bağlı olarak da yarı gizli etnik milliyetçiliği körüklediğini görebiliyorum.

Türkiye'nin kebabını dünyanın her yerinde yemekten büyük zevk alıyorum. Amerika'nın hamburgerini de yiyelim. Ama kalkıp dünyada 25-30 yıllık petrol kaldı diye kaynaklara el konulup siviller bombalanmaya başlandığında ve dünyaya bunun bir demokrasi harekatı olduğu yalanı söylendiğinde ben bunun tabii ki karşısında olurum. Ben AB' nin tepkisini de çok pasif ve yüzeysel buluyorum. Kendi değerlerinin inkar ettiklerine inanıyorum. Küreselleşmenin, insanların uluslararası planda rahat seyahat etmesi, ticaret ilişkilerinin gelişmesi doğrultusunda bir dünyayı beraber kullanma kapsamında yürütülmesinin karşısında değilim.

Ben özgürlükçüyüm. Özgürlük zor gelir kolay gider. Amerika'da da 1 milyon savaş karşıtının yaptığı yürüyüş NewYork Times'da kutu gibi haber oluyor, özgür tartışma ortamı yok. Mesela Türkiye ile ilgili olarak da bir dezenformasyon kampanyası başlatıldı ve maalesef Avrupa da buna alet oluyor. Liberation ve Le Monde'da Türkiye hakkında çıkan yazıların yüzde doksan sekizi "Türkiye militer, faşist, Ermeni soykırımı yapmış, Kıbrıs'ı durup dururken işgal etmiş, doğuda Kürtleri kesmiş bir devlettir,” bakış açısıyla yazılmıştır. Bunları söylüyorsanız makaleniz yayınlanır ama aksini iddia ediyorsanız asla yayınlanmaz. Bu da Fransız, İngiliz demokrasisi.

Röportaj: Hüseyin Latif, Bilge Demirkazan
Bu röportaj "Aujourd'hui la Turquie" ve "Bizimavrupa" gazeteleri için yapılmış olup kaynak kullanılmadan alıntı yapılamaz.